ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜ
Üsküdar ve çevresinde devlet yöneticisi ve üst düzey görevlilerinin malikâneler yapmaya başlamasının geçmişi Roma Dönemi’ne kadar uzanır.
ABDÜLMECÄ°D EFENDÄ° KÖÅžKÜ
Allah ikbâl sahiplerinin devlethanelerini,
bazen huzursuz bir serçe kuÅŸuna
yuva olması için saklar.
Üsküdar ve çevresinde devlet yöneticisi ve üst düzey görevlilerinin malikâneler yapmaya baÅŸlamasının geçmiÅŸi Roma Dönemi’ne kadar uzanır. Georgios Kedrenos’a göre, Ä°mparator Mavrikios’un [582-602] kızkardeÅŸi Gordia’nın kocası Philippikos’un bölgede bir sarayı veya villası vardır. Philippikos tarafından yaptırılan Khrysopolis Manastırı’na bitiÅŸik olan bu yapıya su getirildiÄŸi, etrafında güzel bir bahçe oluÅŸturulduÄŸu, içinde balıklar yüzen bir havuzun bulunduÄŸu belirtilmektedir [Eyice 1976: 50; Gyllius 2000: 224]. Bu yapıların günümüz Bülbülderesi semtindeki Selânikliler Mezarlığı arazisi içinde olduÄŸu bir ihtimal olarak ileri sürülür. Üsküdar’da bulunan diÄŸer bir yapı ise, Skutarion Sarayı’dır. Genellikle Salacak yamaçlarında, Damalis Burnu üzerinde bulunduÄŸu belirtilen bu sarayın, gerçekte Toptaşı’nda Atik Vâlide Külliyesi yakınında inÅŸa edilmiÅŸ olabileceÄŸi söylenmektedir [Eyice 1976: 52].
XVI. yüzyıldan itibaren Üsküdar’ın gerek padiÅŸahlar, gerekse hanım sultan ve üst düzey yöneticilere ait pek çok saray yapısını barındırdığı bilinir. Mimar Sinan’ın Üsküdar ve yakın çevresinde üçü padiÅŸahlara ait altı saray, Üsküdar Sarayı, KandilbaÄŸçesi Sarayı ve FenerbaÄŸçesi Sarayı ile Mehmed PaÅŸa için Ä°stavroz’da, SiyavuÅŸ PaÅŸa ile NiÅŸancı Mehmed PaÅŸa için Üsküdar’da yaptığı veya onardığı kayıtlıdır [Meriç 1965: 40-41]. Sinan bu yapıların yanı sıra, Üsküdar Bahçesi içinde Sultan Selim ve Sultan Murad için iki ayrı kasır yaptığını da belirtir [Meriç 1965: 44].
Evliya Çelebi, Üsküdar’da sultan saraylarının yanı sıra, Salacak’ta AyÅŸe Sultan Sarayı, Atik Vâlide Sultan Sarayı, Kaya Sultan Sarayı, Hanzâde Sultan Sarayı, ... Sultan Sarayı, DoÄŸancılar’da Hacı PaÅŸa Sarayı, Cinci Hoca Sarayı ve Arslan AÄŸa Sarayı gibi on adet saray veya köÅŸk bulunduÄŸu bildirmektedir [Evliya 2003: II. 431].
PadiÅŸahlara ait Üsküdar Sarayı, XVII. yüzyılda yavaÅŸ yavaÅŸ önemini kaybeder ve 1794 yılında Sultan III. Selim tarafından yerine günümüz Selimiye Kışlası yapılmak üzere yıktırılır [Genim 1984: 35]. Ä°stanbul’un üçüncü önemli sarayının yıktırılmasından sonra bir daha bu bölgede büyük bir saray yapısına rastlanmaz. Üsküdar çevresinde XVII. ve XVIII. yüzyıldan kalan bazı yapılar hakkında bilgimiz vardır. ÖrneÄŸin, Çinili Camii karşısındaki Efganlar Tekkesi KöÅŸkü, Acıbadem’de Hünkâr Ä°mamı KöÅŸkü ve hiç ÅŸüphesiz bu yapılar içinde özel bir yeri olan ve yapılışı XVI. yüzyıla kadar uzayan ÅžemsipaÅŸa Åžerefabad Kasrı [Eldem 1974: II. 89, 345, 374].
XIX. yüzyılda giderek artan ulaşım imkânları ile sınırları geniÅŸleyen iskân, XVII. yüzyıldan itibaren mesire yeri olarak kullanılan Büyük ve Küçük Çamlıca yamaçlarına yerleÅŸme taleplerini arttırır. Daha XIX. yüzyılın baÅŸlarında Çamlıca’da Sultan II. Mahmud’un kızkardeÅŸi Esmâ Sultan’ın bir sarayının olduÄŸu ve padiÅŸahın 2 Temmuz 1839 günü bu binada vefat ettiÄŸini biliyoruz [Konyalı 1977: II. 202; Haskan 2001: III. 1349]. Bu yapının yanı sıra bölgede, Sultan II. Mahmud’un gözdelerinden Tiryal Hatun için Camlı KöÅŸk adıyla bir yapı yaptırıldığı ve Hazine-i Hassa’ya ait olan bu yapının zaman içinde çeÅŸitli ek ve eklentiler ile büyütülerek Sultan II. Abdülhamid devrinde Åžehzade Yusuf Ä°zzeddin Efendi’ye tahsis edildiÄŸi de bilinmektedir [Konyalı 1977: II. 196].
Sultan Abdülmecid döneminde HaydarpaÅŸa Askerî Hastanesi’nin 1845 tarihindeki inÅŸaatı sırasında burada bir padiÅŸah köÅŸkü yapılır. Kısa süre sonra 1850’li yıllarda, bu kasır yanar; elimizde bu yapıya ait görüntüler mevcuttur [Konyalı 1977: II. 205].
Çamlıca tepeleri, özellikle Sultan Abdülmecid döneminde kızkardeÅŸi Âdile Sultan için KoÅŸuyolu’nda yaptırılan kasırla giderek raÄŸbet görmeye baÅŸlar. 1853 yılında Agop Balyan [1838-1875] tarafından yapılan bu yapının yakınına daha sonra Sultan Abdülaziz adına küçük bir Av KöÅŸkü de yaptırılır [Cezar 1995: I. 172; Pamukciyan 2003: 126; Konyalı 1977: II. 152, 158; TuÄŸlacı 1981: 172, 241; Haskan 2001: III. 1417; Bazı yazarlar bu sarayın NigoÄŸos Balyan tarafından yapıldığını ileri sürmektedir].
NakkaÅŸtepe ve çevresindeki yapılaÅŸma daha sonraki tarihlerde gerçekleÅŸir. H. 27 Rebiülevvel 1261/6 Nisan 1845 tarihli Mühendishane-i Hümâyûn haritasında bölgede hemen hemen hiçbir yapı görülmez. Bir süre sonra, günümüzde Koç Holding’in bulunduÄŸu alanda Emine Sultan Sarayı yapılacaktır. Sultan Abdülaziz’in en küçük kızı olan Emine Sultan 4 Eylül 1873 tarihinde doÄŸar ve 12 Eylül 1901’de Mehmed Åžerif PaÅŸa ile evlendirilir. Bu tarihleri göz önüne alarak, bu yapıların ya 1900 yılında yapıldığı ya da daha önce burada bulunan bazı yapıların onarım ve geniÅŸletilmesi ile Emine Sultan’a tahsis edildiÄŸi anlaşılmaktadır [Konyalı 1977: II. 202; Haskan 2001: III. 1348; AyaÅŸlı 2002: 229 vd].
NakkaÅŸtepe çevresindeki bir diÄŸer yapıysa, Abdülmecid Efendi KöÅŸkü’nün hemen karşısında yer alan Ömer Hilmi Efendi KöÅŸkü’dür. Mısır Hıdivi Ä°smail PaÅŸa tarafından 1880’li yıllarda yaptırılan bu köÅŸk ve arazisi, 1910 yılında Sultan Mehmed ReÅŸat tarafından satın alınarak oÄŸlu Åžehzade Ömer Hilmi Efendi’yi tahsis edilmiÅŸtir [Konyalı 1977: II. 240; Haskan 2001: III. 1425]. Her iki yapının da önemli deÄŸiÅŸiklikler ve rekonstrüksiyonlarla günümüze ulaÅŸmış olmasına karşın, Abdülmecid Efendi KöÅŸkü Selâmlık Binası orijinal yapısını muhafaza eden tek yapıdır.
Halife Abdülmecid Efendi, OsmanoÄŸulları’nın son veliahtı [1918-1922] ve son halife [19 Kasım 1922-3 Mart 1924] olup, yalnızca Mecid Efendi adıyla da anılmaktadır. Sultan Abdülaziz ile Hayranıdil Kadınefendi’nin oÄŸlu olarak 29 Mayıs 1868 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda doÄŸar. Babası öldüÄŸünde [4 Haziran 1876], yedi yaşında olan Abdülmecid Efendi, Sultan II. Abdülhamid’in hanedan ÅŸehzadelerine uyguladığı disiplin ve öngördüÄŸü eÄŸitim ortamında yetiÅŸtirilir ve ÅžehzedeÄŸan Mektebi’nde özel öÄŸretim görür. Dönemin saray geleneklerine uygun olarak alafranga yaÅŸama ilgi duyar. Fransızca öÄŸrenir, piyano ve resim çalışmaları yapar. 1908’de II. MeÅŸrutiyet ilân edilinceye dek, Ä°stanbul’un renkli ve hareketli ortamından mümkün olduÄŸu kadar uzak kalmayı tercih eder. BaÄŸlarbaşı’ndaki köÅŸkünde ailesiyle birlikte dışa kapalı olarak yaÅŸar. MeÅŸrutiyet’in ilânı ile birlikte hanedanın diÄŸer yetiÅŸkin ÅŸehzadeleri gibi siyasal ve toplumsal sorunlarla ilgilenerek Ä°stanbul’da aktif bir kiÅŸilik göstermeye gayret eder. Sanat ve edebiyat çevreleriyle iliÅŸkiler kurar, birçok derneÄŸin onursal baÅŸkanlığını üstlenir. Bu çalışmalar sonucu Türkçüler’in ve reform yanlılarının umut baÄŸladıkları en aydın ve ileri görüÅŸlü ÅŸehzade imajını yaratır. Toplantılara, açılış törenlerine güven verici davranışlarla katılarak, halkın sempatisini kazanır. 1916’da aÄŸabeyi Yusuf Ä°zzeddin Efendi’nin intiharı sonrası, Sultan Abdülaziz’in hayattaki tek oÄŸlu ve en yaÅŸlı ÅŸehzade olarak kalır. 4 Temmuz 1918’de Sultan VI. Mehmed [Vahideddin] tahta çıkarken Abdülmecid Efendi de resmen Veliaht-ı Saltanat ilân edilir ve Topkapı Sarayı’nda Babüssaade önünde düzenlenen cülus törenlerinin sonuncusunda bu unvanla yer alan ilk ÅŸehzade olur [SakaoÄŸlu 1999: I. 67; Örik 2002: 188 vd].
Abdülmecid Efendi bu köÅŸke taşınmadan önce de BaÄŸlarbaşı havalisinde ikâmet etmektedir. TophanelioÄŸlu’nda set üzerinde Madrit sefiri Sermet Efendi’nin daha sonraları Sultan II. Abdülhamid’in oÄŸlu Abdürrahim Efendi’ye tahsis edilen köÅŸkünün arka tarafında, Burhaniye Mahallesi ile Küplüce sırtlarına bakan yamaçtaki bir köÅŸkte oturmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’in, Mabeyn kâtiplerinden Tevfik Bey vasıtasıyla bu köÅŸkün senetlerini ÅŸehzadeye gönderdiÄŸi bilinir [ÅžehsuvaroÄŸlu 1947; Türkgeldi 1951: 138]. Daha sonra bazı kaynaklara göre 1896-1897 yılları içinde, bazı kaynaklara göre ise 1900’lü yılların başında bugünkü köÅŸke yerleÅŸir [ÅžehsuvaroÄŸlu 1947; Toros 1984: 3].
Günümüzde Abdülmecid Efendi ismi ile tanınan köÅŸk, muhtemelen 1880’li yıllarda eski Mısır Hıdivi Ä°smail PaÅŸa tarafından yaptırılır. Ä°smail PaÅŸa 12 Ocak 1830 tarihinde Kahire’de doÄŸar. Kavalalı Mehmed Ali PaÅŸa’nın torunu, Ä°brahim PaÅŸa’nın oÄŸludur. Viyana ve Paris’de eÄŸitim görür. Babasının ölümünün ardından, amcasının oÄŸlu Abbas PaÅŸa’nın iktidarı ele alması üzerine aile içinde çıkan anlaÅŸmazlıklar sonrası ailenin bir bölümü ile birlikte Ä°stanbul’a taşınır. 1850’li yılların başında, Ä°stanbul’da ikâmet ettiÄŸi dönemde, Sultan Abdülmecid’in taktirini kazanarak paÅŸa unvanı ile taltif edilir. 1854’de amcasının oÄŸlu Abbas PaÅŸa’nın öldürülmesi ve yerine amcası Said PaÅŸa’nın Mısır Valisi olması üzerine Mısır’a döner. 1858’de aÄŸabeyi Ahmed Rifat PaÅŸa’nın ölümünden sonra ailenin en yaÅŸlı kiÅŸisi olarak veliaht ilân edilir. 1863’de amcasının ölümü üzerine de Mısır Valisi olur. 1865’de Sultan Abdülaziz’den aldığı bir fermanla ailenin en yaÅŸlısına verilen valiliÄŸin babadan oÄŸula intikal etmesini saÄŸlar. 1867’de Hıdiv unvanını alarak, Mısır’ın içiÅŸlerinin yönetiminde bağımsızlık kazanır. Temmuz 1879’da görevden alınarak yerine oÄŸlu Mehmed Tevfik PaÅŸa atanır. Ä°stanbul’da ikâmet etmesi istenen Ä°smail PaÅŸa önce Napoli’ye, ardından da 1888 tarihinde Ä°stanbul’a taşınır. Sultan Abdülaziz tarafından kendisine malikâne olarak verilen Yassıada da görevden azledildiÄŸi için geri alınınca, son yıllarını BoÄŸaziçi’ndeki yalısında geçirir.
2 Mart 1895 tarihinde vefat eden Ä°smail PaÅŸa’nın cenazesi Kahire’ye götürülerek Rıfai Camii’ne gömülür [ÇakıroÄŸlu 1999: I. 677]. PaÅŸa’nın ölümüyle oÄŸullarından Mahmud Hamdi PaÅŸa’ya intikal eden köÅŸk, Sultan Abdülhamid tarafından bedeli Hazine-i Hassa’dan ödenmek suretiyle satın alınır ve amcasının oÄŸlu Åžehzade Abdülmecid Efendi’ye tahsis edilir [Toros 1984: 3]. Ancak, Konyalı kasrın Abdülmecid Efendi’nin ÅŸehzadeliÄŸi zamanında kendisi tarafından yapıldığını ileri sürmektedir [Konyalı 1977: II. 229; Tahsin PaÅŸa 19994: 172]. Eldem ise, Hıdiv Ä°smail PaÅŸa’nın oÄŸlu Ä°brahim PaÅŸa’nın Sultan’a damat olması üzerine kendisi için tasarladığı köÅŸkü, yerini ve inÅŸaatı çok beÄŸenen Abdülmecid Efendi’ye devrettiÄŸini söylemekte, bu devir iÅŸleminin ve yapının mimarının Vallaury olduÄŸunu Ä°brahim PaÅŸa’nın zevcesi Prenses Vicdan Hanım’dan öÄŸrendiÄŸini belirtmektedir [Eldem 1986: 204]. Eldem, sultan olarak belirttiÄŸine göre bu tarihlerdeki sultanın II. Abdülhamid olması gerekir; ancak, padiÅŸahın bu isimde bir kızı yoktur [SakaoÄŸlu 1999a: 541]. O taktirde Prenses Vicdan kimdir ve bu açıklamalar ne derece doÄŸrudur bilemiyoruz. Akpolat ise, yaptığı araÅŸtırmalar sonucu köÅŸkün Alexandre Vallaury tarafından tasardığını söylemektedir [Akpolat 1991: 93 vd].
Ä°ki yüz dönüme yakın bir koruluk içerisine, baÅŸlangıç da Av KöÅŸkü olarak yaptırılan yapı daha sonraları eklenen harem ve müÅŸtemilat binalarıyla birlikte geniÅŸ bir yapılar topluluÄŸuna dönüÅŸür [Genim 1990: 26]. Zemin kat, arka sofasının saÄŸ köÅŸesinde bulunan çinili bir çeÅŸme kitabesinde okunan H. 1321/1903 tarihi, yapının tarihi hakkında ipucu vermektedir. Zemin kattaki giriÅŸ sofası ve arka sofa zeminlerinin Kütahya çinileriyle kaplandığı ve bu iÅŸlemin yapının orijinal ahÅŸap döÅŸemeleri üstüne yapıldığı, gerek giriÅŸ, gerekse bu hacimlerle diÄŸer odalar arasında ortaya çıkan kot farklarından belli olmaktadır. Anlaşılan 1903 tarihinde yapıda esaslı bir dekorasyon deÄŸiÅŸikliÄŸi yapılmıştır. Bazı kaynaklar köÅŸkün ana giriÅŸ kapısı ve her iki yanında yer alan anıtsal duvarın Abdülmecid Efendi tarafından planlandığını belirtmektedirler [Toros 1984: 3]. Dolmabahçe Sarayı ArÅŸivi’nde bulunan bir çizimde bu görüÅŸü destekler [Dolmabahçe Sarayı ArÅŸivi: 100 / 677]. Aynı dönemde veya kısa bir süre sonra Abdülmecid Efendi, Avni Lifij ile birlikte giriÅŸ sofasından üst kata çıkan merdivenlerin saÄŸ tarafındaki duvara, ortasına mermer çeÅŸme monte edilmiÅŸ bir manzara resmi yapacaklardır. KöÅŸkün giriÅŸ sofasının tam ortasında yer alan ve bodrum kattaki kâgir alt yapıyla desteklenen mermer havuzun hangi dönemde yapıldığı sorgulanabilir. Ancak, alt yapıdaki yapısal tedbirler bu havuzun, yapının inÅŸası sırasında yapıldığının bir göstergesi sayılmalıdır. Bir dönem, sökülerek Emirgan’daki Sait Halim PaÅŸa korusuna götürülen bu havuz, son dönemdeki restorasyon sırasında [1990] tekrar eski yerine monte edilmiÅŸtir.
KöÅŸkün, doÄŸusunda ki bahçede yer alan havuz ise, güneye doÄŸru kıvrıla büküle uzanan ve güneybatıdaki kaskatlı bir su kaynağına ulaÅŸan su yolu ile birlikte deÄŸerlendirilmelidir. Kaynak ile havuz arasındaki kot farkı burada devamlı akan bir su olduÄŸunu gösterir. Ä°ki nokta da su yolunun üzerine küçük birer köprü yapılmıştır. AÄŸaç dallarına benzer ÅŸekilde, sıva ile yapılan korkulukları günümüze çok az örneÄŸi ulaÅŸan son dönem bahçe mimarimizin sıkça kullanılan bahçe dekorasyon elemanlarından biridir. Su yolunun aÅŸan köprülerden biri doÄŸuya doÄŸru geniÅŸ koruluÄŸa, diÄŸeri ise Harem bölümüne ulaÅŸmaktadır. Son yıllarda yıkılan ve köprünün aksında yer alan taklı bir kapı ile harem binası veya binalarına ulaşıldığı söylenir. Tümü ile ahÅŸap olduÄŸu söylenen harem binaları ne yazık ki günümüze ulaÅŸmamıştır. Yanmışmıdır, yoksa yıkılmışlarmıdır bilinmez. Bugün bu binaların yerinde banka personeline hizmet veren iki katlı bir betonarme bina mevcuttur.
Abdülmecid Efendi ÅŸehzadeliÄŸi döneminde kışları günümüz KabataÅŸ Lisesi’nin bulunduÄŸu Feriye Sarayı’nda geçirmektedir. [1915] Burada, sarayın cadde üzerinde bulunan küçük bir dairesi selâmlık olarak kullanmaktadır [AÅŸiroÄŸlu 1992: 27]. Mayıs ayının ilk haftalarında ise sayfiye olarak BaÄŸlarbaşı’ndaki köÅŸke gidilmektedir. Muntazam bir günlük hayat sürmekte, sabahları harem dairesinden çıkıp, bahçede biraz gezindikten sonra yazı odasına geçmektedir. Onikide yemek yeyip, biraz istirahatten sonra, bahçedeki bir çamın altında açık havada ufak bir masa üstünde meÅŸgul olmaktadır. AkÅŸam üzeri yine bir gezinti, bu arada mümkün olduÄŸu taktirde avlanma ve sonra akÅŸam yemeÄŸi. ÇarÅŸamba günleri resim günüdür, o gün kimseyi kabul etmez ve dostları bunu bildikleri için ziyaret teklifinde bulunmazlar [AÅŸiroÄŸlu 1992: 28]. Bu resim günlerine ait, köÅŸkün zemin kat sofasını aksettiren "Sarayda Beethoven" adlı bir tablo vardır [Cezar 1995: 485]. 4 Temmuz 1918 günü veliaht olan Abdülmecid Efendi bundan sonraki yaÅŸamının büyük bir bölümünü Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde sürdürecektir. Ancak, zaman zaman özellikle yaz aylarında BaÄŸlarbaşı’ndaki köÅŸkü kullanmaya devam edecek ve buradan Anadolu’daki KurtuluÅŸ Hareketi ile irtibat saÄŸlayacaktır [AÅŸiroÄŸlu 1992: 35]. Abdülmecid Efendi 19 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Halife olarak atanır ve Dolmabahçe Sarayı’na taşınır. Ancak, yine de BaÄŸlarbaşı’naki yapı ile baÄŸlantıları devam etmektedir. 1871’de Sultan Abdülaziz’in C. F. Fuller isimli heykeltraşı Ä°stanbul’a davet edip at üstünde yaptırdığı ve Münih’te bronz olarak döktürdüÄŸü heykeli, saklanmak üzere götürüldüÄŸü Topkapı Sarayı’ndan aldırıp, BaÄŸlarbaşı’ndaki KöÅŸk’e gönderdiÄŸi bilinir [Cezar 1995: I. 151]. Halife’nin yurt dışına çıkarılmasına müteakip bu heykel tekrar Topkapı Sarayı’na alınacak, yakın bir tarihte ise Beylerbeyi Sarayı’ndaki ilk yerine taşınacaktır.
HalifeliÄŸin kaldırılması ve Halife’nin yurt dışına çıkarılmasını takiben [3 Mart 1924] köÅŸkün uzun müddet boÅŸ kaldığı anlaşılmaktadır. Bazı kaynaklar Abdülmecid Efendi’nin yurt dışına çıkarken Cevat PaÅŸa’yı vekil tayin ettiÄŸini ve paÅŸanın ilk iÅŸ olarak köÅŸkün içindeki tabloları Sümerbank’ta teÅŸhir ettirmek suretiyle sattırdığını ileri sürer [Toros 1984: 3]. 31 Ocak 1938 tarihli ve Abdülmecid Efendi’nin katiplerinden Mehmet Enîsî imzalı bir yazıda Salih Keramet Bey’e, Efendi’nin vatandan ayrılmak mecburiyetinde olduÄŸu sırada iÅŸlerinin ifası için vekalet verdiÄŸi kiÅŸinin vefatı üzerine, vekaletin teyzezadelerine verildiÄŸi. Onun da bir iki ay evvel vefatı üzerine, vekaleti kabul edip etmeyeceÄŸinin sorulduÄŸunu görüyoruz [NiÄŸar 1964: 38]. Bu baÅŸvuru üzerine vekaleti kabul eden Salih Keramet NiÄŸar’ın yaptığı yazışmalarına bakarak, özel eÅŸya olan bu malların satılmadığı, 20 Mayıs 1942 tarihli bir baÅŸvuruda ve baÅŸvuruya verilen 4 AÄŸustos 1942 tarihli cevapta köÅŸkün yeni sahibine teslimi esnasında bu eÅŸyanın köÅŸkün odalarında kilitlenerek muhafaza altına alındığı belirtilmekte. Ancak bu eÅŸyanın teslimi için Abdülmecid efendi’inin vekaletine haiz olup olmadığı sorulmaktadır [NiÄŸar 1964: 48]. Bu arada Abdülmecid Efendi’nin, Salih Keramet Bey’e yazdığı 27 Haziran 1939 tarihli mektupta "... EÅŸyanın hüsnü muhâfazasıdan dolayı beyanı- ÅŸükrân ederim. Pederin heykellerini, uzun piyano, bazı yazılar, manevi kıymeti hâiz ne varsa muhafaza ediniz, diÄŸerlerinin kâffesini satınız. Bunlar meyanında "Pujol’un" eseri-kıymetdârı vardır. Fakat onu "restore" etmek lâzımdır. Bunu eÄŸer yapacak bulunursa ben buradan levâzımı gönderirim. Olamazsa ve resim müzesi varsa oraya hediye ediniz ..." dediÄŸini görürüz [NiÄŸar 1964: 44]. 10 Mayıs 1942 tarihli Ä°stanbul defterdarlığı yazısı bize köÅŸkün satışından dolayı sakıt halife Abdülmecid Efendi’nin hissesine 47.972 lira 76 kuruÅŸun düÅŸtüÄŸü ve bu meblağın ödendiÄŸini göstermektedir. Ancak, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kararnâmesi gereÄŸince bu paranın alındığı tarihten itibaren bir ay içinde Merkez Bankası’na yatırılması gereÄŸi hatırlatılmaktadır [NiÄŸar 1964: 52]. Bu arada Salih Keramet Bey’e 8 Temmuz 1944 tarihli yazısında "... iki yıl önce sattırılan mülkün bedelinden ..." [NiÄŸar 1964: 53]. tabirini kullandığına göre, yapının ilk satış tarihinin 1942 olduÄŸu sonucu çıkmaktadır. 23 AÄŸustos 1944 günü Abdülmecid Efendi Paris’te vefat eder. Artık ne mülkün, ne de malın deÄŸeri kalmıştır. Åžimdi önemli olan cenazenin nereye defnedileceÄŸidir. On yıl kadar Paris Camii’nin bir odasında tahnit edilmiÅŸ olarak muhafaza edilen cenaze, tüm baÅŸvurulara raÄŸmen vatana getirilemediÄŸinden ve tüm giriÅŸimler sonuçsuz kaldığından 30 Mart 1954 tarihinde Mekke’de topraÄŸa verilir. "... Kabir için seçilen yer taÅŸlıktı. Sudanlı mezarcılar kazmakta epey güçlük çektiler. Sanduka, nihayet salavâtla makbere indirildi ve Vahhabî Mezhebi icâbı, dışarıda hiçbir iÅŸaret bırakılmayarak taÅŸ ve toprakla örtüldü ..." [NiÄŸar 1964: 76]. Dolmabahçe Sarayı’nda baÅŸlayan bir hayat, vatan toprağından uzakta, hiçbir iz kalmayacak ÅŸekilde son bulur.
1942 yılında yapılan satışta, köÅŸkü Kalkavan Ailesi’ne mensup Mehmed ve Selahattin kardeÅŸlerin satın aldığı söylenmektedir. Kısa süre sonra da köÅŸk ve bulunduÄŸu arsanın mülkiyeti Kazım TaÅŸkent tarafından Yapı Kredi Bankası için satın alınacaktır [Konyalı 1977: II. 237; Toros 1984: 4].
BaÄŸlarbaşı’nda, Altunizâde’den Beylerbeyi’ne doÄŸru uzanan KuÅŸbakışı Caddesi ile BaÄŸlarbaşı’nı Beylerbeyi’ne baÄŸlayan GümüÅŸyol’un kesiÅŸtiÄŸi noktadan biraz içerde, yolun sağında kalan Abdülmecid Efendi KöÅŸkü ve arazisi [Ä°stanbul 1998: 217], KuÅŸbakışı Caddesi No: 18 olarak kayıtlıdır. KuÅŸbakışı Caddesi’ne yakın bir konumda olan köÅŸkün doÄŸu ve kuzeyinde geniÅŸ bir koruluk bulunmaktadır. Çok sayıda deÄŸerli aÄŸaç ve bitkiyi barındıran bu alan yüksek duvarlarla çevrilidir. KöÅŸkün ana giriÅŸi, güneyde büyük bir anıtsal kapı olarak varlığını sürdürmektedir. Harem giriÅŸi ise günümüze ulaÅŸmamış, yerine geniÅŸ bir metal kapı takılmıştır.
Günümüze ulaÅŸan selâmlık köÅŸkü Türk mimarisinin yüzyıllar boyunca yapmaktan çekilmiÅŸ olduÄŸu, hatta Balyan Ailesi’nin bile bu ölçüde uygulamaya çekindikleri abartılı bir sentez görünümündedir. Ancak, bu abartılı sunuÅŸ içinde uzun araÅŸtırmalara dayanan bir ölçü ve denge bulunduÄŸunu söylemek gerekir. Bu nedenle gerek tasarımı, gerekse yapımıyla büyük bir özeni yansıtan yapıyı baÅŸarılı bir uygulama olarak görülmelidir. Yapı, sanki en aşırı hayallerde, masallarda görülebilecek bir peri köÅŸkü gibidir [Eldem 1986: II. 204]. KöÅŸkün iddialı görünüÅŸü daha giriÅŸ kapısının düzenleniÅŸi ve biçiminde kendini gösterir. Eteklere doÄŸru gittikçe açılan tonoz ÅŸeklindeki geniÅŸ bir saçakla örtülen kapı, basık kemerli, büyük eliböÄŸründeler ve renkli çinilerle zenginleÅŸtirilmiÅŸtir. Bu gösteriÅŸli giriÅŸ aynı zamanda büyük bir tevazuyu da içermektedir. Kapının üstündeki çini kitabede yüksek bir kûfi ile "Allah’dan baÅŸka galip yoktur" yazar. Sivil yapılarda pek görülmeyen bir ÅŸekilde kurÅŸun kaplı çatı üstünde 1,70 metre yüksekliÄŸinde bir bronz alem mevcuttur. Kapının algılanışını ve görkemini güçlendirmek amacı ile ihata duvarı, bahçe duvarına göre içeri çekilmiÅŸtir.
Kâgir bir bodrum kat üstünde, iki ahÅŸap kattan oluÅŸan yapının genel olarak simetrik ve aksiyel bir planı vardır. Ancak, bu simetri giriÅŸe paralel aksta zemin kat orta sofasında merdiven, üst kattaysa dışa doÄŸru betonarme ayaklar üzerinde uzanan yemek odası ile bozulmuÅŸtur.
Eyvan ÅŸeklinde oluÅŸturulan giriÅŸ hacmi, iki mermer kolon ve her iki yanındaki sekiz kollu yıldızların kesiÅŸmesinden doÄŸan sonsuz karakterli motiflerin oluÅŸturduÄŸu ajur tekniÄŸindeki mermer ÅŸebekelerle zengin bir görünüÅŸ kazanır. Zeminden yükseltilen bu kata dört basamaklı, çift taraflı bir mermer merdivenle çıkılmakta olup, merdivenin kapı yönü biniÅŸ için kullanılmaktadır. Eyvanın arka duvarında giriÅŸ kapısı, her iki yanında ise birer giyotin pencere vardır. GiriÅŸin her iki yanı sağır olup, bu duvarlar pano ÅŸeklinde, profilli ahÅŸap silmelerle çeÅŸitli bölümlere ayrılmış olup, her pano içinde kalemiÅŸi süslemeler bulunmaktadır. GiriÅŸ kapısının üzerinde mavi zemin üstüne kûfi yazı ile "Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmağı emreder" [Nahl Suresi, 90. Ayet] yazılmıştır.
Konut mimarimizde pek karşılaşılmayan dış cephe oluÅŸumu ve bezemesi, cephe düzeylerini geometrik olarak bölümleyen dikdörtgen ve kare panolardan oluÅŸmaktadır. Pencere ölçülerini esas alan bu modüler düzenleme tüm yapıyı sarar. Öyle ki merdivenin bulunduÄŸu bölümün dış cephesi de bu genel düzenlemeye uygun olarak tasarlandığı için, içerden bu pencerelere ulaÅŸmak mümkün deÄŸildir. Tüm bu panoların içine oryantalist motiflerden oluÅŸan kalemiÅŸi bezemeler yapılmıştır. Pencere kepenklerinin kapalı durumda dış görünüÅŸlerinin sakinliÄŸi aldatıcı olmaktadır. Çünkü, benzerlerine XVIII. yüzyıl mimarisinde rastladığımız ÅŸekilde [Melling 1819: Planj : 30 Bebek Kasrı ve Planj: 34 Kandilli GörünüÅŸü], bu kepenklerin alt bölümleri her iki yana, üst bölümü ise yukarı doÄŸru kırkbeÅŸ dereceli bir açı ile kaldırıldığında içte kalan aynı teknikteki kalemiÅŸi bezemeler tüm yapıyı sarmaktadır. Pencere kepenklerinin yukarı kaldırılması ve sabitlenmesi için tasarlanmış metal kol ve detay ilgi çekici bir çalışma ürünüdür.
Yapının geniÅŸ saçakları geçmiÅŸteki bir sözü hatırlatmaktadır. "... eski Türk evleri o kadar güzel saçaklarla donatılmışlardır ki, eÄŸer bir evin saçakları yeterince uzatılmamışsa , o yapı bir Türk’te kel izlenimi bırakır..." [Anonim 1984: 1]. Saçaklar baÅŸkaca hiçbir yapıda rastlanmayan bir ÅŸekilde yatay düzlemden, uzunluklarına göre 15 ilâ 30 santimetre kadar kaldırılmışlardır. Bu çok özel detay geniÅŸ saçakların yapıyı basmasını önlemiÅŸ, sanki uçar gibi bir görüntü elde edilmesini saÄŸlamıştır. Saçak altları yer yer dikdörtgen, yer yer kare, içleri oryantalist motifli, kalemiÅŸi bezemelerle süslü panolarla bölünmüÅŸtür.
Üst kat batı cephesinin orta aksına, sanki yapıdan kopacak ÅŸekilde yapılan büyük çıkma, boÅŸ bırakılan zemin katta dördü önde, altısı üçerden iki yanda olmak üzere on kolonla taşınır. Kolon gövdeleri köÅŸeleri pahlanmış çokgen formlu olup, betonarme olarak yapılmışlardır. Kolonların arkasındaki cephe de iki giyotin pencere bulunur. Bahçeye bir terasla açılan kuzey cephesinde de bir çıkma yer almaktadır. Mukarnas baÅŸlıklı dört sütun ile taşınan çıkma, üst katta balkon olarak kullanılmış, ancak ne zaman yapıldığını bilmediÄŸimiz bir tarihte metal konstrüksiyonlu, renkli camlı bir bölme ile kapatılmıştır. Batı cephesine nazaran zemin katta dışa doÄŸru bir çıkıntı yapan doÄŸu cephesinde, harem binası ile yapıyı iliÅŸkilendiren, geniÅŸ saçaklı bir koltuk kapısı bulunmaktadır.
Genelde depo iÅŸlevini karşılamak ve yapıyı toprak seviyesinden yükseltmek amacıyla yapılan bodrum katın, giriÅŸ eyvanı altında bir kar deposu [karlık] bulunmaktadır. Ä°çerden iki servis merdiveniyle üst katlara irtibatı saÄŸlanan bodrum katın, biri koltuk kapısı yanından, diÄŸeriyse kuzey cephesinden girilen iki de dış giriÅŸi bulunmaktadır. Üst kat planlamasına uygun olarak odalara ayrılan bodrum katta kapı bulunmaz. Orta sofanın altına denk gelen hacmin ortasında, sivri köÅŸeleri pahlanmış, basık bir altıgen formunda kâgir bir duvar mevcuttur. Bu duvarın, zemin kat sofasında yer alan havuzu taşımak için yapıldığı anlaşılmaktadır.
GeniÅŸ bir eyvanla girildiÄŸini belirttiÄŸimiz zemin kat sofası çini kaplıdır, tam ortada restorasyon çalışması sırasında tekrar yapıya getirilen mermer havuz görülmektedir. Havuzun esas yapısı orijinal olup, eski fotoÄŸraflarda görülen çevre alanı yeni yapılmıştır. Orta sofanın sağında iki ahÅŸap kolon ile ana hacimden ayrılan merdiven evi yer almaktadır. GeniÅŸ bir ahÅŸap merdiven üst kata ulaşımı saÄŸlar. Bu hacmin hemen karşısında, benzer ÅŸekilde iki ahÅŸap kolonla sofadan ayrılan bir eyvan bulunmaktadır. Tüm bu hacimlerin duvarları kalemiÅŸi panolarla süslüdür. Tavanlar ise ahÅŸap çıtalarla bölümlere ayrılmış olup, deÄŸiÅŸik motiflerle bezenmiÅŸtir. GiriÅŸin her iki yanında yer alan dikdörtgen odaların duvar ve tavanları düz olup, diÄŸer odalara göre çok sadedir. Benzeri saray yapılarındaki odaları gözönüne alarak bu odaların yaver veya hizmetli odaları olduklarını söylemek gerekir. GiriÅŸ sofasından iki kanatlı bir kapı ile geçilen arka sofa da dikdörtgen olup, her ki yanında birer küçük oda bulunmaktadır. Bu odaların da hizmetliler tarafından deÄŸiÅŸik amaçlarla kullanılmakta oldukları düÅŸünülebilir. Arka veya iç sofa diyebileceÄŸimiz orta hacim, üç adet çift kanatlı, camlı kapı ile küçük bir terasa açılmakta, buradan altı basamaklı, taÅŸ korkuluklu bir mermer merdivenle bahçeye ulaşılmaktadır.
Geleneksel Türk Evi plan ÅŸemasına uygun olarak esas kat, yani Abdülmecid Efendi’nin yaÅŸam katı üst kattır. GeniÅŸ merdivenle ulaşılan üst katta, merdiven sahanlığından iki kanatlı büyük bir kapıyla merkezi sofaya girilmektedir. BeÅŸik çatının verdiÄŸi imkan ile altı metreyi aÅŸkın bir yüksekliÄŸin elde edildiÄŸi sofanın tavanı tekne tonoz ÅŸeklinde olup, içlerinde kalemiÅŸi süslemeler olan dikdörtgen panolarla zenginleÅŸtirilmiÅŸtir. Orta bölümde, taşıyıcılığı arttırmak amacı ile kare kasetler oluÅŸturulmuÅŸtur. Tam orta aksta yer alan bir avize göbeÄŸi ise uzun zamandır boÅŸ durmaktadır. Merkezi sofanın güney bölümünde kare planlı bir balkon yer alır. Sofadan üç camekanlı kapı ile çıkılan ve köÅŸe odaların ikiÅŸer penceresinin açıldığı balkonun zemini çini kaplı, tavanı ise beÅŸgen motifli, klasik dönemi andıran bir çıtalama ile kaplıdır. Orta sofanın balkona açıldığı camlı kapıların önünde, yapı süsleme özellikleriyle hemen hiç bir alakası olmayan üç açıklıklı bir kemer dizisi bulunmaktadır. Arabesk bir yapım ve dekorasyon özelliÄŸi gösteren ve perde korniÅŸi olarak kullanıldığı sandığımız bu ahÅŸap imalat, ya yapının ilk sahibinden kalmış, ya da Hıdiv Ailesi tarafından hediye edilmiÅŸ olmalıdır.
Orta sofanın güneydoÄŸu ve güneybatı köÅŸelerinde birer sekili oda bulunmaktadır. Sofadan girilen dikdörtgen bir seki altı, çift ahÅŸap kolon ve alçak bir ahÅŸap korkulukla bölünen sekiye ulaşımı saÄŸlar. Güneybatı köÅŸesindeki odanın duvarları çini kaplıdır ve tavan tezyinatı bu çinilere uygun renklerle kalemiÅŸi olarak yapılmıştır. GüneydoÄŸu köÅŸe odası ise aynı mimari planlamaya sahip olmakla birlikte çok daha sade, üzeri altın varak kaplı çıtalarla bölünmüÅŸ bir dekorasyonla bezenmiÅŸtir. Bu bölümün tavanı da aynı anlayışı aksettirir. Gerek sofadan, gerek güneydoÄŸu köÅŸe odasından, gerekse bodruma kadar inen servis merdiveni holünden giriÅŸi olan ve bahçeye doÄŸru kolonlar üzerinde uzanan dikdörtgen oda büyük bir olasılıkla yemek odası olarak kullanılmaktadır. Bu odada, diÄŸer odalarda görmediÄŸimiz bir özellik olarak iki adet, ikiÅŸer bölümlü, renkli camlarla süslü tepe penceresi bulunduÄŸunu belirtmek gerekir. Benzeri tepe pencerelerinden orta sofanın güney ve arka sofanın kuzey bölümlerinde, ikiÅŸerli gruplar halinde üçer adet bulunmaktadır.
Orta sofadan geçilen ve bahçe bakan, renkli camlı, metal bir konstrüksiyonla kaplı balkona açılan iç sofanın duvar dekorasyonu kalemiÅŸi filetolarla oluÅŸturulmuÅŸtur. Klasik dönem anıtsal yapılarını hatırlatan ve yapının baÅŸka bir bölümünde görülmeyen bir tavan süslemesi vardır. Zemini kaplayan ahÅŸap parkelerin üstüne yakma tekniÄŸi ile yıldız motifli süslemeler yapılmıştır. Gerek kuzeye bakması nedeniyle serin, gerekse ulaşım imkanı en uzak olan bu bölümün Abdülmecid Efendi’nin özel yaÅŸam alanı olduÄŸunu söylemek isteriz. Bu bölümün batısında yer alan ve tavanında dört mevsimi yansıtan resimlerin olduÄŸu kare oda dinlenme odası olmalıdır. Bu odanın diÄŸer odaların aksine yanlızca çift kanatlı, bir kapısı olduÄŸunu da belirtmek gerekir. DoÄŸuda yer alan oda ise duvar ve tavanlarında yer alan sureler nedeni ile, beÅŸ vakit namaz kıldığını bildiÄŸimiz Efendi’nin dua ve namaz odası olmalıdır [AÅŸiroÄŸlu 1992: 28]. Bu oda aynı zamanda küçük bir alaturka tuvaletin ve bodrum kata ulaÅŸan ikinci bir merdivenin yer aldığı küçük bir hole açılmaktadır. Dilenirse buradan ana merdiven holüne de ulaÅŸmak mümkündür [SerhatoÄŸlu 1987; Akpolat 1991: 93-97; Batur 1994: I. 51 vd].
Bugün zemin kat arka sofanın her iki köÅŸesinde yer alan, çini kaplı mangal korunağı ve yine etrafı çini kaplı mermer çeÅŸmeyle, merdiven holünde yer alan ve ortasında mermer bir çeÅŸmenin bulunduÄŸu yaÄŸlıboya resim dışında yapıda orijinal herhangi bir eÅŸya bulmak mümkün deÄŸildir. Yer yer merdiven evi ve duvarlarda gördüÄŸümüz resim veya ayna asmaya yarayan kancalar geçmiÅŸte bu yapıda çok sayıda tablo bulunduÄŸunu göstermektedir. Tavanlarda hiçbir avize kalmamıştır. Ancak, giriÅŸ eyvanıyla üst kat balkonunda gördüÄŸümüz camlı, metal aydınlatma elamanları nasıl olduysa muhafaza edilmiÅŸtir. Belki de yapının dış görünüÅŸüne katkıda bulunan bu elamanlara özellikle dokunulmamaya çalışılmıştır.
1985 yılında tarafımızdan baÅŸlatılan rölöve çalışmaları sonrası, yapı 1987 ile 1995 yılları arasında öncelikle yapısal bir onarıma tabii tutulmuÅŸ, akan ve çürüyen çatı kaplamaları, taşıyıcı aksam ve zaman içinde yapılan onarımlar nedeniyle birbiriyle uyumsuz hale gelen marsilya tipi kiremitleri deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Genelde dış cephe kaplamalarının saÄŸlam olduÄŸu görülmüÅŸ, çürüyen ve tahrip olan dikey ve yatay ahÅŸap silme ve profillerin yenilenmesiyle yetinilmiÅŸtir. YoÄŸun kalemiÅŸi süslemelerin bulunduÄŸu alanlar, ahÅŸap kaplamaların çalışması nedeniyle çatlamış ve bozulmuÅŸlardı. Bu nedenle gerek orijinal konumdaki kalemiÅŸlerini daha fazla tahrip etmemek, gerekse büyük boyutlu düz alanlar elde ederek, kalemiÅŸi süslemelerin çok daha uzun ömürlü olmasını saÄŸlamak amacıyla bu alanlar su kontraplağı ile kaplanmış. Üzerlerine bugün görülen kalemiÅŸleri aynı teknik ve orijinal renkler esas alınarak yeniden yapılmıştır.
Bu arada, gerek cephe, gerekse saçak altlarında, en iyi durumdaki orijinal kalemiÅŸleri ÅŸeffaf pleksiglass elamanlarla koruma altına alınmıştır. Onarım sırasında yapı içine daha sonraki dönemlerde eklendiÄŸini anladığımız, bölücü camekanlar, ısınma amacıyla konunan radyotörler kaldırılmıştır. Yangın tehlikesini en aza indirgemek amacıyla, yapıdan uzakta bahçenin güneybatı köÅŸesinde tek katlı bir kazan dairesi oluÅŸturulmuÅŸtur. Bu merkezden yapıya getirilen sıcak suyla çalışan bir üfleme sistemi, köÅŸkün kış aylarında neme karşı ısıtılmasını saÄŸlamaktadır.
Yapıda, Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında bir süre asker barındırıldığı, bu nedenle zemin kattaki döÅŸeme çinilerinin bozulduÄŸu, sırlarının büyük ölçüde yok olduÄŸu, kırmızı zeminlerin [masa] ortaya çıktığı görülmüÅŸtür. Bu tespit sonrası, tüm zemin çinileri Kütahya’da yeniden yatırılmış ve zemin bu çinilerle kaplanmıştır. Ancak, orijinal örneklerin muhafazası için en az tahribin görüldüÄŸü köÅŸelerdeki çiniler aynen korunmuÅŸtur. Odalar da, orijinal zemin kaplaması olarak benzer yapılarda gördüÄŸümüz ince hasır kullanıldığı düÅŸünülmektedir. Yok olan hasırlar, zaman içinde döÅŸeme tahtalarının açılması ve yer yer tahribi nedeniyle döÅŸemelerin çok kötü ve yürünmesi zor bir duruma gelmesine yol açmıştır. Bu nedenle çürüyen taban tahtalarının deÄŸiÅŸtirilmesinden sonra, bazı odaların zeminlerinin su kontrplağı ile kaplanması gerekmiÅŸtir.
Abdülmecid Efendi KöÅŸkü’nün geleceÄŸi nedir veya ne olmalıdır? Kullanılmayan, mâlikine maddi veya manevi bir getirisi bulunmayan bir yapının, sürekli bakım ve periyodik onarımlarla geleceÄŸe taşınması çok güç, hatta ve hatta imkansızdır. Bu gerekçeyle ve karşılığı olmayan bir yatırıma giriÅŸmemek düÅŸüncesiyle yapı uzun süre bakımsız kalmış, yanlızca yaz aylarında banka personeli için sosyal amaçlı projelerde kullanılmıştır. Bu kullanım tarzı yapıda büyük tahriblere neden olmuÅŸ, yapı fonksiyonları yetersiz kaldığı için hemen yakın çevresine tarafımızca yıkılan çeÅŸitli betonarme veya kâgir uyumsuz yapılar yapılmıştır.
Bugün köÅŸk ve yakın çevresi büyük bir iyiniyetle korunmakta, sürekli bakımı yapılmakta ve kış aylarında nemin olumsuz etkilerine karşı ısıtılmaktadır. Ancak, gerek yapı, gerekse koruma alanı halka kapalıdır. Yapının belirli günlerde Yapı Kredi Bankası tarafından ziyarete açılması gerekir. Benzeri ülkemizde bulunmayan, bu nitelikli bir yapının ülkemiz insanına ve tüm dünyaya tanıtılması ve beÄŸeniye açılması gerekmektedir. Bu davranış ve bunun için harcanacak emek ve mali kaynak, Banka’nın böylesine prestijli bir yapıya sahip olduÄŸunun bilinmesiyle bir geri dönüÅŸ saÄŸlayacaktır.
KöÅŸkün içi boÅŸtur, tüm eÅŸyası, avizeler, tablolar, aynalar ve diÄŸerleri yok olmuÅŸ, çeÅŸitli yerlere dağılmıştır. Zaten görsel ve yazılı bir envanter bulunmadığı için nelerin kayıb olduÄŸuda meçhuldür. Yapının boÅŸ olarak geziye açılması bir müddet için gezenleri tatmin etsede, uzun sürede bir boÅŸluk olduÄŸu görülecek ve bu sunum tarzı eleÅŸtirilere neden olacaktır. Bu nedenle yapının döÅŸenmesi gerekir. Ancak, nasıl bir yol ve yöntem seçilmesi konusunda detaylı bir araÅŸtırma yapılması gerekecektir. Acaba, eldeki yetersiz belgeler, benzer yapılar göz önüne alınarak orijinale yakın bir tefriÅŸat mı tercih edilmelidir? Yoksa, ulusal bir konkur sonucu minimalist bir üslûpta yeni bir döÅŸeme tarzına, büyük boyutlu modern resimler, büyük aynalar ve modern aydınlatma elamanları mı tercih edilmelidir?
Uzun süreli bir hayaldir bizim için Abdülmecid Efendi KöÅŸkü’nün yeniden hayat bulması, huzursuz serçe kuÅŸlarına yuva olmaktan kurtarılması.
sinan genim
http://www.sinangenim.com/
YORUMLAR