ÖZEL ÇAMLICA KALEM İLKOKULU



Adres : Turistik Çamlıca Cad. No:68 Büyük Çamlıca - Üsküdar / İSTANBUL Telefon : +90 216 521 97 97


ÖZEL ÇAMLICA KALEM İLKOKULU

OKULUN TARİHÇESİ
Kalem Vakfı Okulları 2000 yılında Büyük Çamlıca Tepesi’nde eÄŸitime gönül vermiÅŸ bir grup idealist insan ile Doç. Dr. Osman Sezgin’in liderliÄŸinde kuruldu. KuruluÅŸ amacı “eÄŸitim” olan bu güzide kurum kurulduÄŸu yıldan itibaren birçok faaliyette Türk eÄŸitim sisteminde öncü olmayı baÅŸardı. Oryantasyon Haftası, İnsanî Erdemler Programı, Demokrasi EÄŸitimi, Dolma Kalem EÄŸitimi, Zekâ EÄŸitimi, Üstün Zekâlı EÄŸitimi, Özel EÄŸitim Programı ve burada sayamayacağımız birçok faaliyetle Çamlıca Tepesi’nde fizikî olarak zirvede olmak beraber baÅŸarılarıyla da zirvededir. 2013 yılında Kalem EÄŸitim Kurumları, Kalem Vakfı Okulları adını alan Kalem Vakfı Okulları, Kalemlik Anaokulu, Kalem İlkokulu, Kalem Ortaokulu’ndan oluÅŸmaktadır.

Bir okulun tarihi çok önemlidir. Kalem’in tarihi de baÅŸarılarla da doludur. Bu baÅŸarılar sadece vitrin baÅŸarıları deÄŸildir. EÄŸitim konusunda ufuk açan baÅŸarılardır. Meselâ Kalem tarihinde Türk eÄŸitim sistemine yön vermekle kalmayan Kalem Vakfı Okulları bununla birlikte uluslararası arenada da çıkardığı uluslararası akademik dergi olan Kalem Uluslararası EÄŸitim Dergisi ile de Türk milletinin iftiharı olmaya devam ediyor. Yine Kalem tarihindeki güzelliklerden birisi de bünyesinde bir “öÄŸretmen yetiÅŸtirme enstitüsü” barındırmasıdır. 
EĞİTİM FELSEFEMİZ

Her ÅŸeyin bir “nedeni”,  yâni sebebi veya sebepleri bir de“niçini” (ne içini) yâni amacı veya amaçları (sonuç veya sonuçları) vardır.

“Neden” ve “niçin”ler arasındaki iliÅŸkinin, somuttan soyuta giden, nesnellik kadar öznelliÄŸe de önem veren, niceliksel olduÄŸu kadar niteliksel açıdan da deÄŸerlendirilebilen, yakından uzaÄŸa bir seyir takip eden ölçüde olması beklenir. Bu ölçülerdeki sebep sonuç iliÅŸkisi, baÅŸarıyı çok yükseklere ve hatta zirvelere çıkartabilir.

Özellikle, insanın yaptığı faaliyetlerde “neden ve niçinler”, yukarda ifade edilen ölçülere ne kadar çok uygun olursa, muvaffakiyet/baÅŸarı o kadar güzel olur, denebilir. Bir misal olmak üzere, insanoÄŸlunun beslenmesini, yukarıdaki ifadelerin ışığında tahlil edebiliriz. Evvela ÅŸunu belirtmek gerekir ki, insan dışı bütün varlıklar, diÄŸer davranışlarında olduÄŸu gibi, beslenme davranışlarında da yaptıklarının “bilincinde” deÄŸillerdir. Onlar, tabiri caizse “içgüdüsel” olarak (insiyakî) veya bir baÅŸka ifade ile programlanmış olarak beslenme faaliyetlerini icra ederler. Ancak insan, “ÅŸuurlu” olarak beslenme faaliyetini yerine getirir veya öyle olması beklenir. İnsan; yiyip-içmek, aksırıp-tıksırmak ve sadece hayatta kalmak için beslenmez/beslenmemelidir veya beslenme faaliyetini yerine getirirken, “niyetini” ve “iradesini” olması gereken ÅŸekilde devreye sokmalıdır. O hâlde insanın öncelikle “neden”, yâni “hangi sebeple” ve “niçin” yani “hangi amaç için” yemek yemeliyim sorularını, “olması gerektiÄŸi” ÅŸekilde cevaplandırması gerekir.

İnsan yemek için yaÅŸamamalı, yaÅŸamak için yemek yemelidir. YaÅŸamak için yemekten maksat ise, hayatta kalıp hem insanlara ve hem de diÄŸer bütün var olanlara faydalı olabilmek, yardım edebilmektir.

Beslenme ile ilgili yukarıda ifade etmeye çalıştığımız, önce niyet ve iradenin olması gerektiÄŸi yönündeki üslûbu ve muhtevâyı, varlık sebebini bilen bir insan olarak, alıp verdiÄŸimiz her nefese, attığımız her adıma ve yaptığımız bütün iÅŸlere tatbik edebilir, uyarlayabiliriz.

Felsefeyi ve eÄŸitim felsefesini anlatırken, anlam kaymalarına sebep olmamak ve konunun daha iyi anlaşılmasını temin edebilmek için özetle felsefe kelimesinin etimolojisine bir göz atmanın pek çok faydaları beraberinde getireceÄŸi kesindir.

Felsefe bilindiÄŸi gibi iki kelimenin birleÅŸmesinden meydana gelmiÅŸtir. Bunlar “filo” ve “sofia” kelimeleridir.

Filo sözü sevgi anlamına gelmektedir. Birçok terimler bu sözden türetilmiÅŸtir. Filarmoni (ahenk sevgisi), filantropi (insan sevgisi), filoloji (lisan sevgisi), filotekni (teknik sevgisi)kelimelerini misal olarak verebiliriz.

Sofia kelimesi ise bilgelik manasına gelmektedir.

Yukarıdaki kısa izahtan da anlaşılacağı üzere felsefe kelimesi bilgi sevgisi, bilgiyi sevmek anlamına gelmektedir.

Felsefe ve filozof kelimelerinin kullanılmaya baÅŸlanmasından önce bilgiye hâkim olma, bütün bilgileri bilmeye sofos ve bu iÅŸle meÅŸgul olanlara da sofistos denilmekteydi. Platon’a göre ilk defa sofos olduÄŸunu söyleyen ve böylece sofistos olan Tales (624–546) olmuÅŸtur. Tales'ten sonra gelen Pitagoras (570–494?) insanların her ÅŸeyi bilmelerinin zaman, kapasite ve bilginin çokluÄŸu açısından mümkün olmadığını fark etmiÅŸ olacak ki bilgiye hâkim olmak gibi çok iddialı olan sofos kelimesinin yerine bilgiyi seven, bilgiyi sevmek anlamında felsefe (filo sofia) kavramını kullanmayı tercih etmiÅŸ ve de kullanmıştır. Öte yandan filozof kavramını icat eden Pitagoras’a göre bilginin tamamını bilmek, ona sahip olmak ancak tanrıların gücünün yeteceÄŸi bir iÅŸtir.

Osmanlı Türkçe’sinde ve Arapça’da felsefe ve filozof kelimesinin karşılığı olarak hikmet ve hakîm kelimeleri kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerimdeki “Allah hikmeti dilediÄŸine verir. Kime hikmet verilirse ona pek çok hayır verilmiÅŸ demektir. Ancak akıl sahipleri düÅŸünüp ibret alırlar.” (K.Kerim 2/269) ayet-i kerimesi bunun ifadesidir.

Filozoflar ve fikir adamları, bilgi kavramı üzerinde uzun uzadıya düÅŸünmüÅŸ tanımında yaklaşık olarak ittifak etmiÅŸlerdir. İttifak edilen tanım ÅŸudur: Bilgi, nesne (objet) ve özne (sujet) iliÅŸkisidir. Nesne, bilgiye konu olan her ÅŸeydir. Özne ise bilgi edinen, belli bir idrak seviyesinde bulunan İNSANdır. Bilginin tanımında anlaÅŸmak belli bir noktaya kadar kolaydır. Bilginin kaynağı konusunda iÅŸimiz zorlaşır. Gerçekten de bilgiyi tayin eden nesne midir, özne midir, yoksa bunların her ikisi de bilginin oluÅŸumunda esaslı birer rol oynar mı? Bunlardan ayrı olarak, yoksa bilgi nesne ve özneyi aÅŸkın bir kaynaktan mı gelmektedir?

Bu sorulara cevap ararken insanların çeÅŸitli fikir akımlarına, felsefî görüÅŸlere kapıldıklarını görmüÅŸlerdir. Bunca yıllık asırlarla ifade edilen felsefe tarihi bu konuda esaslı belgelerle doludur. Materyalizm(maddecilik), idealizm(ülkücülük), realizm(gerçekçilik) akımları ile benzerlerinin doÄŸuÅŸuna sebep olan hep, bilginin kaynağını bulma konusunda aldıkları tavırdır.

En geniÅŸ manada, üç yüz yıldan fazla zamandır dünyayı anlamamıza, bununla istikrarlı davranışlar geliÅŸtirmemize yardımcı olan ve artık düÅŸüÅŸteki paradigma olarak nitelendirilen pozitivizmin kökleri, Modern Çağın baÅŸlangıcı olarak kabul edilen M.S. 1500 yıllarına dayandığı söylenebilir.

Rönesans’la birlikte Orta ÇaÄŸ Avrupa’sının dünyayı metafizik bir gözlükten gören hâkim dünya görüÅŸü; tenkitçi, bilimsel bir dünya görüÅŸüne vesile olmuÅŸ, yol açmıştır. Bu dönemde Avrupa’nın birçok alanda (din, politik düÅŸünce ve teÅŸkilatlanma/örgütlenme, sanat, iktisadî faaliyet ve de nihayet felsefe) reform yaÅŸaması, bilimde de yeni bir bakış açısının ortaya çıkması ile yakından alakalıdır. Bunu takibeden 17. ve 18. asırlarda yaÅŸayan “aydınlanma dönemi” diye isimlendirilen ve yahut “akıl çağı” da denilen dönem baÅŸlamıştır.

Aydınlanma, insan mutluluÄŸunun “doÄŸru aklın” dinî, insanî konulara ve kâinata uygulanması ile elde edilebileceÄŸini varsayar. Bu felsefî akın “Tanrının ellerinde olmaktan ziyade, insanın aklını kullanarak kendisini geliÅŸtirebileceÄŸini iddia etmiÅŸtir.

Meselâ, Martin Luther, Protestan devrimi ile özelde Hristiyanlığın genelde ise dinlerin reforme edilmesine ait görüÅŸün temelini atmıştır. Bacon, Descartes ve Kant, modern felsefe, matematik ve mantığın ÅŸekillenmesine katkıda bulunmuÅŸtur. Voltaire ve Rousseau, devletin rolü ve devlet-fert münasebetine yönelerek, günümüz demokrasilerinin temel ilkelerini tespit etmiÅŸlerdir. Locke ve Hume, felsefenin temel meselelerini, bilginin ne olduÄŸu ve nasıl üretildiÄŸini yönelterek,  yukarda da ifade edildiÄŸi gibi, görgülcülük (empricism) ve gerçekçiliÄŸin (realism) ilkelerini formüle etmiÅŸlerdir. Öte yandan Galile ve Newton, pozitivist felsefenin temelini oluÅŸturan bilimsel düÅŸünceye ilk ÅŸeklini vermiÅŸlerdir.

Onlara göre bilim, pozitiftir. Pozitif kelimesinin kökü, Latince “pose”dir. “Pose” kural, kanun, temel ve ölçü anlamlarını ifade eder. Pozitif ise “kuralı, kanunu konulmuÅŸ” demektir. Güzel Türkçe’mizde bunun karşılığı olarak müspet kelimesi kullanılmaktadır. Müspet ise, bilindiÄŸi üzere, tespit edilmiÅŸ, sabitlenmiÅŸ, ölçülmüÅŸ veya kuralı konulmuÅŸ demektir. Müspet bilim ise kuralı veya kanunu belirlenerek tespitlenmiÅŸ bilim anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre, Bilim; somut, dolayısı ile sınırları olan, sorup sorgulamak yerine tespit eden, sabitleyen bir karaktere sahip demektir.

Her ÅŸeyi ölçmeyi ve sayısal olarak ifade etmeyi zorunlu kılan yukarıdaki felsefî akım, sosyal bilimlerde ve bilhassa insanî bilimlerde, insanı da daima nicel olarak algılamaya çalışmış ve eÄŸitim anlayışını da bunun üzerine bina etmiÅŸtir. Beden yönü ile insan, elbetteki, pozitivist açıdan, bilimin konusu olabilir, ama insanın davranışlarında sadece niceliksel özellikler aramak ve niteliksel yönünü ihmal etmek ne mümkün.

Kaldı ki insanı insan yapan niceliksel özelliklerinden öte niteliksel özellikleridir. İnsanın niteliksel özelliklerinin eÄŸitimde dikkate alınmasını söylemekle, niceliksel yönünün ihmal edilmesini söylemek istemediÄŸimiz aÅŸikâr olsa gerek.

Klasik koÅŸullanma yetersiz kalınca edimsel koÅŸullanmanın ve onun yetersizliÄŸinin görülmesi üzerine biliÅŸselciliÄŸin devreye girmesi, insanın sadece niceliksel yönden incelenmemesi gerektiÄŸinin bir ifadesi gibi de algılanabilir.

“Bilgiyi sevmek” veya “bilgi sevgisi” anlamına kullanılan felsefe kelimesinin kavram olarak pek çok tanımı yapılmıştır. Tanımlardaki çokluÄŸun ana sebebi, tanımı yapanın hayat telakkisi ve anlayışı, inancı ve idealleridir demek yanlış olmasa gerek. Mesela varoluÅŸçu filozoflardan Karl Jaspers, “Felsefe ölümün hakikatini kavramaktır” diye tanımlamaktadır. Ona göre felsefe soru sormaktır. Çünkü soru dinamiktir. Cevap ise hiçbir zaman felsefî olamaz Zira cevap statiktir.


EĞİTİMLE İLGİLİ CEVAPLANDIRILMASI GEREKEN HUSUSLAR

Karl Jaspers’ın ifadesine göre; felsefe dinamik ve soru sormayı gerektiriyor ise o takdirde biz de eÄŸitim ile ilgili soruları sorabiliriz.

Eğitim hangi varlığa uygulanır ve neden?
EÄŸitimle bir insan nereden nereye getirilebilir?
EÄŸitimin gücü ne kadardır? EÄŸitilemeyecek insan var mıdır?
Eğitilmiş bir insan hangi nitelikleri kazanmış olmalıdır?
EÄŸitim adına da olsa bir insana ÅŸu iyi, bu kötü diye bir ÅŸeyleri dikte ettirmek onun hürriyetine müdahale sayılmaz mı?
Bu  soruları daha da çoÄŸaltabiliriz elbette.


KALEM’İN EĞİTİM FELSEFESİ VEYA EĞİTİMDEN BİZ NEYİ ANLIYORUZ?

KALEM’in eÄŸitim felsefesini anlatırken, öncelikli olarak eÄŸitimden ne anladığımızı ifade etmek elzem olsa gerek. Åžöyle ki;

KALEM EĞİTİM KURUMLARI’na göre eÄŸitim; ferdi ( bireyi ) çelik gibi bir iradeye sahip kılarak; duygusal açıdan dengeli ve kontrollü yaparak; duygu, düÅŸünce ve davranışlarını tenkit süzgecinden geçirip fikirlerinde istikrarlı olacak entelektüel seviyeye ulaÅŸtırarak; psikolojik açıdan kabiliyet ve kapasitesini son safhasına kadar geliÅŸtirerek; sahip olduÄŸu kültürü özümsetip millî olandan evrensele doÄŸru yol almasını temin ederek; kendisi ve içinde bulunduÄŸu toplum için, plânlı ve programlı bir ÅŸekilde, geleceÄŸe yönelik, olgunlaÅŸtırma ve yetiÅŸtirme sürecidir.

Yukarda ifade edilen tanıma göre, eÄŸitim sadece insana mahsustur. Yegâne eÄŸitilebilecek varlık insandır. İnsan dışı varlıkların yani hayvanların ÅŸartlandırılarak bir takım davranışları yapabilir hâle getirilmesi faaliyetlerine, günümüz Türkçe’si ile “yetiÅŸtirim”, Osmanlı Türkçe’si ile “tedrîb” ve İngilizce karşılığı olarak “dressage” denilmesi gerekir.

Maalesef “galat-ı meÅŸhur, lügât-i fasihten evlâdır” fehvâsınca, hayvanlara yapılan faaliyetlere de “eÄŸitim” diyenler bulunmaktadır. Bunun altında iki husus olabilir. Birincisi; insan ile hayvan arasında ancak derece farkı olduÄŸunu kabul ve iddia etmek veya ikincisi; en kibar ifade ile insan ile hayvan arasındaki farkı bilmemek, yâni cehâlet.

Türk eÄŸitim felsefecilerine göre, “EÄŸitilemeyecek insan yoktur ancak nasıl eÄŸitileceÄŸi bilinmeyen/bilinemeyen insan vardır.” Binaenaleyh, bu anlayışa sahip olan Türk İslâm eÄŸitimcileri asla kötümser/pesimist deÄŸildirler.

Bu konuda bizler de eÄŸitimin gücüne inanırız. Çünkü insan ancak eÄŸitimle, olgun insan olur. Elbette ki eÄŸitim faaliyeti ile insanda olmayanı vermek kabil deÄŸildir. Fakat insanda var olanları olumlu hâle getirmek, olgunlaÅŸtırmak, geliÅŸtirmek elbetteki mümkün, hatta kâbildir. Zaten bizler de, eÄŸitimle daima olgunlaÅŸmayı ve geliÅŸmeyi esas almaktayız.

Yukarda ifade edilen tanım esas alındığında, böyle bir faaliyet (eÄŸitim) ancak insana hastır. Zira sorumluluÄŸumuzun kaynağı olan “irade” ve entellektüel yönümüzün kaynağı olan“zihnî özellikler”, ancak insanda vardır. İnsan dışı hiçbir varlıkta bu özellikleri bulmak mümkün görünmemektedir.

Öte yandan, aldığı eÄŸitimle kendisini terakki ettiren ve öÄŸrendiklerini yorumlayarak var olandan hareketle yeni bir ÅŸey meydana getiren veya oluÅŸturan olan yegâne varlık da insandır.            Arılar ve benzeri varlıklar örnek verilecek olursa, bu yaratıklar ne kadar organize olursa olsunlar veya organize olmuÅŸ gibi görünseler de, hiçbir zaman ne bulundukları durumu geliÅŸtirmeyi ve ne de olayların sebeplerini keÅŸfedip sonuçlarına etki etmeyi becerebilirler. Hatta eserlerinden ve yaptıkları ürünlerinden bile bîhaberdirler. Yâni, eserine yabancılaÅŸmışlardır.            YabancılaÅŸma, eserinden veya üretiminden haberdar olmama, bir anlamda “delirme/deli olma” demektir. Nitekim yabancılaÅŸma için kullanılan İngilizce “alienation” kelimesi, “delirme”mânâsını da bünyesinde barındırmaktadır. Zira deli olanlar ve insan dışı varlıklar, yaptıklarının muhtevâsını bilmezler.

Eserine yabancı olmayan veya konumunun farkında olan yegâne varlık insandır. Bundan da öte insan bir taraftan içinde bulunduÄŸu ortama uyum saÄŸlarken, öte yandan bulunduÄŸu ortamı kendisine göre uyarlamayı/tanzim etmeyi de becerebilendir. Bunun yanı sıra, hiç bir varlık olayların sebep ve sonuçlarını tespit edip, algılayıp, anlayıp, anlamlandıramazken, sadece ve sadece insan, olayların sebep ve sonuçlarını algılayıp, anlayıp, anlamlandırabilir. Bunun tabii neticesi olarak da, sonucundan rahatsız olduÄŸu bir olayın sebebine veya sebeplerine etki ederek, âkibeti üzerinde etkin/müessir olur. Bunun bir adım sonrasında da insanın yaratıcılığının gündeme gelmesi bahis mevzu olacaktır.

Dünyada icat edilen ve insanın yaratıcılığının sonucu keÅŸfedilen nice yeni ÅŸeyler olduÄŸu bir vâkıadır. Meselâ, yazının icâdı, medeniyetlerin ve kültürlerin inÅŸâsı, sanatın ihdâsı bunlardan bazıları olarak ifade edilebilir. Yâni, insan dışı hangi bir varlık sâhip olduklarını yetersiz görüp, eksiklerini giderme gayreti içinde olmuÅŸtur. Meselâ sesini yetersiz görüp “hoparlörü” icat etmesi veya sesini ötelere duyuramadığını görüp “telefonu” icat etmesi gibi…

Yukarda yapılan izahlardan da anlaşılacağı üzere, KALEM EĞİTİM KURUMLARI olarak bizim eÄŸitim anlayışımızda, insan ile hayvan arasında “bir derece deÄŸil, mahiyet/kapsam/içerik farkı” vardır. Bu anlayışımızı, “insan varlıkların en üstünüdür”ÅŸeklinde de ifade edebiliriz. İnsan varlıkların en üstünüdür demekle, insanla diÄŸer varlıklar arasında muhteva farkı olduÄŸunu ifade etmenin yanında, kâinattaki bütün varlıkların insan için var olduÄŸunu ve insana hizmet ettiÄŸini de vurgulamış olmaktayız.

Dünyadaki bütün varlıkların “en üstünü” insandır ve kâinattaki bütün varlıklar “insana hizmet” için vardır, ama bunun yanı sıra, "iyi yönde ve aynı zamanda iyi nitelikte eÄŸitilmemiÅŸ" insan, kendinde var olan bu "üstün kuvvet ve kudreti" ile, varlıkların “en vahÅŸisi” ve tabiatı "tahrip eden" yegâne varlık olabilmektedir.

Günümüzde; birinci ve ikinci dünya savaÅŸları ile ideolojik kavgaların sonucunda yüz binlerce, hatta "milyonlarca insanın öldürülmesi, denizlerin, havanın, toprağın kirletilmesi,tabiatın tahrip edilmesi" v.s., hep “iyi eÄŸitilmemiÅŸ” insanın, yâni “ihtiraslarının esiri olmuÅŸ”insanın eseridir demek, yanlış olmasa gerek.

İyi yönde ve iyi nitelikte eÄŸitilmiÅŸ insandan gayemiz, “olgun insan/iyi insan”dır. O hâlde, eÄŸitimde en uzak hedef veya son nokta/nihâî hedef “iyi insan yetiÅŸtirmek” olmalıdır. Maalesef, günümüz eÄŸitiminde nihâî hedef olarak, “iyi vatandaÅŸ yetiÅŸtirme” esas alınmaktadır. BilindiÄŸi gibi, iyi vatandaÅŸ; "kanunlara saygılı, vergisini veren ve askerliÄŸini yapan" kimse olarak tanımlanmaktadır.

Burada hemen ÅŸunu da belirtmeliyiz ki; insanlar çoÄŸu kere son hedeflerine varamayabilirler. Nihâî hedef iyi vatandaÅŸ yetiÅŸtirmek olursa; o takdirde bu, çoÄŸu kere, "iyi vatandaÅŸ yetiÅŸtirilemeyeceÄŸi" anlamına da gelebilir.

Nitekim, bugün eÄŸer "hapishaneler aÄŸzına kadar dolmuÅŸ, mahkemeler davaları yetiÅŸtiremez olmuÅŸ ve adlî tıp kurumu, mesela cinsel taciz olayları ile ilgili konular için en az iki ay sonrasına gün verir konuma gelmiÅŸ, kürtaj olma ve uyuÅŸturucu kullanma yaşı erinlik dönemine kadar inmiÅŸ ise", bunların sebeplerinden birisinin de, eÄŸitimde en son hedefin iyi vatandaÅŸ yetiÅŸtirme olarak belirlenmesi olduÄŸunu söyleyebiliriz.

O hâlde, ilk ve âcil olarak, eÄŸitimde nihâî hedefin "iyi vatandaÅŸ" yetiÅŸtirme olmasından öte, "iyi insan yetiÅŸtirme" olarak belirlenmesi gerekmektedir diyebiliriz. BilindiÄŸi üzere, "her iyi insan aynı zamanda iyi bir vatandaÅŸtır ama, her iyi vatandaÅŸ aynı zamanda iyi bir insan olamayabilir." O hâlde, "kimdir iyi insan?"

"İyi insan"ı anlatabilmek, bu yazının çok ötesinde bir vakıadır. Ancak bu noktada, "iyi insana ait" birkaç cümle söylemek ve bazı "örnekler" vermek de, pek tabii kabildir.

İyi insan; "eli ve dili ile hiçbir varlığa zarar vermeyen"dir.

Tabiata "hükmetmeye" çalışan deÄŸil, "doÄŸa ile uyum içinde yaÅŸamaya" çalışandır.            Evrende "var olan" her ÅŸeyi, sadece "nesnel yönü" ile görmeyip, "ondaki hikmetleri"de araÅŸtırandır.            Kâinattaki her ÅŸeyin bize emanet olarak verildiÄŸinin bilincinde olup, onları veriliÅŸ gayesi istikametinde kullanmaya çalışandır. Tabiatta var olan her ÅŸeyin hakkına, hukukuna riayet edendir.            Kendisi "zarar" görecek olsa da "adaletten ayrılmayan"dır. Her türlü riske raÄŸmen iyinin, güzelin, doÄŸrunun yanında yer alabilendir. "Arzu ve ihtiraslarına esir olmayan"dır.              "Kendisi için istediÄŸini baÅŸkası için de" isteyendir. Aynı zamanda, "kendisi için istemediÄŸini baÅŸkası için de" istemeyendir.            Nesnel yönü kadar "öznel yönüne" de önem verendir. Zira biz biliyoruz ki, insanlık adına sahip olduÄŸumuz "erdemlerimiz", nesnel yönümüzden ziyade "öznel" yönümüzle mümkündür. Niceliksel özelliklerimizle birlikte, bizi asıl "biz" yapan "niteliksel" vasıflarımızdır.

Özetle, “iyi insan, günümüze kadar insanlığın çok acı tecrübelerle elde ettiÄŸi bütün insânî erdemleri öÄŸrenen, öÄŸreten, yaÅŸayan veya en azından yaÅŸamaya gayret edendir” ÅŸeklinde ifade edebiliriz. Burada özellikle "deÄŸer"den öte "erdem" kelimesinin kullanılmış olmasına da dikkat çekmek isteriz.

Adres :

Turistik Çamlıca Cad. No:68
  Büyük Çamlıca - Üsküdar / İSTANBUL
Telefon : +90 216 521 97 97
Fax : +90 216 316 90 41
Email : kalem@kalemkoleji.com