Elveda Üsküdar
Ahmet Nadir Utkan Elveda Üsküdar....
Elveda Üsküdar
Yok hayır ben bir yere gitmiyorum, hoÅŸ zaten gitmek istesem de ''Kalbini Üsküdar'da bırakıp baÅŸka diyarlara göçenler pek yaÅŸamazmış'' derler ya iÅŸte o yüzden niyetlenmem bile.
Kısacası, severim gidemem, korkarım ayrılamam ve ayrılsam da yapamam.
Salacak'a inmeden, ÅžemsipaÅŸa'ya doÄŸru yürüyüp köÅŸeyi dönünce Üsküdar Meydanı'nı, camileri, duvar diplerindeki hasır taburelerde oturup çay içerken laflayan Üsküdarlıları, dolmuÅŸ durağında kendilerini evlerine götürecek Kadıköylüleri, yokuÅŸlarına tırmanmadan derin bir nefes alan Sultantepelileri, esnafla selamlaÅŸarak ağır adımlarla Selamsız'a tırmananları,DoÄŸancılar'da evi olup da yokuÅŸun başında ''Yürüsem mi yoksa paraya kıyıp dolmuÅŸa mı binsem?'' kararsızlığındaki mahallelimi görmeden yaÅŸamaya yaÅŸamak mı denir?
Eh Üsküdar bu kadar güzel olunca, doÄŸal olarak asırlardır kendisine aÅŸkını ilan ederler de bol olmuÅŸtur tabi haliyle.
Ahmet Nadir Utkan da iÅŸte onlardan birisi. Kendisini ''Elveda Üsküdar' kitabının başında tanıtırken ''Dört kuÅŸaktır Ä°stanbul'da yaÅŸayan bir ailenin ferdi olarak 1946 yılında Üsküdar'da doÄŸmuÅŸum'' diye tanıtıyor. Üsküdar III. Selim Ä°lkokulu, PaÅŸakapısı Ortaokulu ve HaydarpaÅŸa Lisesi'nde okuduktan sonra 1960-1970 yıllarında amatörce tiyatro ile ilgilendiÄŸini, karikatüristlik yaptığını ve 1968-1974 yıllarında Columbia plakÅŸirketinde ve daha sonraları da reklam piyasasında çalışıp, ÅŸu sıralarda da emekliliÄŸin tadını Kadıköy'de çıkarttığını yazar Utkan.
Ahmet Nadir Utkan, bir sosyal paylaşım sitesinde de Columbia Plak macerasını ÅŸu sözlerle anlatır,
''45 devir ayrıca da LP plaklar satan ve çıkartan bir firma olarak, 1886 senesinde Blumantel & Regant Recording adıyla Sirkeci'de 'Umumi Satış Merkezi' açılır. 1925' senesinde de Columbia'nın acenteliÄŸini alırlar. Ben firmaya 1968 senesinde girip, firma sahipleri mösyö Marsel Blumantel, mösyö Regant ve Türk ortakları Nejat Engintalay ile çalışma mutluluÄŸunu yakaladım. Nur içinde yatsınlar onlardan ticaret konusunda çok ÅŸeyler öÄŸrendim. Ancak 197o'lerin başında korsan plakçılık yaygınlaşınca Columbia, Odeon, Sahibinin Sesi gibi plak çıkartan büyük firmalar kapanmak mecburiyetinde kaldılar. Bu firmalar repertuarlarında bulunan plaklarını "CoÅŸkun Plak" Hilmi ÇoÅŸkun'a devrettiler ve piyasadan çekildiler. Böylece de müzik piyasasında hatıralarımızla baÅŸ baÅŸa kaldık.''
Üsküdar'daki bir yayınevinin bastığı kitaba, yine bir tesadüf eseri Üsküdar'daki bir sahafın raflarında rastlıyorum. Eh ''Bir Üsküdarlı da baÅŸka bir Üsküdarlı'nın Üsküdar hakkında yazıp da Üsküdar'da bastırdığı kitabını ancak Üsküdar'da satın alabilirdi'' diyorum kendi kendime, güzel Üsküdarımızın ''ÅžemsipaÅŸa pasajında sesi büzüÅŸesiceler''ine nazire yaparcasına.
En çok da bir okura imzalanmış kitaplar hüzünlendirir beni. Belki bir hediyedir, belki de yazarla tanışmak için kuyrukta beklenip de ancak o da iki üç kelime konuÅŸmaya fırsat bulduktan sonra imzasının alındığı bir kitaptır, sahafın tozlu raflarına 'düÅŸen' o eserler.
Bir zamanlar televizyon ekranlarından eksik olmayan 'Görevimiz Tehlike' dizinin meÅŸhur repliÄŸi idi. ''Senin görevin Jim, tabi eÄŸer kabul edersen...'' diye baÅŸlar ve görevi tarif ederdi. Ä°ÅŸte bu talimat bazen bir ses kaydı ÅŸeklinde Jim'e ulaşır ve Jim de genellikle onu teyp benzeri bir yerde dinlerdi. Bu ses kaydında ÅŸöyle de kısa bir not olurdu, ''Bu kayıt on saniye içinde kendi kendini yokedecektir.''
Hiç aklımdan çıkmamış o sahne, bazen bu tür kitaplar saÄŸda solda, deÄŸerini bilmeyen kimselerin eline düÅŸünce, hep dilerdim ki keÅŸke kendi kendilerini yokedip bu günleri görmeseler, yok olsalar bu acıları çekeceklerine, ne de güzel olurdu...
A. Nadir Utkan kitabında, mahallesini, mevsimleri, Üsküdar'ın kültürünü Arnavut kaldırımlarından Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne kadar detaylarıyla ve çok güzel bir duygusallık içerisinde okuyanı da hiç sıkmadan, o günlerin tatlı ortamına taşıyarak anlatıyor, ayrıca araya da kendi özel zevki olduÄŸu anlaşılan kuÅŸlar ve balıklar ile ilgili hoÅŸ bölümler de ilave ediyor.
Ä°nsan, tek tek her çiçeÄŸin ayrı ayrı sayfalarca onca güzel tanımlarla yazıldığına bir kez daha ÅŸahit olunca, modernizm adı altında göÄŸü delen yükseklikteki binaların aslında elimizden neleri çaldığını bir kez daha anlıyor.
Parasızlıktan ahÅŸabı tenekeden kaplanmış binaları bile özlediÄŸini hissediyor, artık binalar yükseldikçe ÅŸimdilerde sokaklarında gezindikçe, o eski düzayak bakışlarla Topkapı Sarayı'nın, Galata Kulesi'nin, Dolmabahçe Sarayı'nın, Üsküdar'ın bu semtlerinden görünemediÄŸinin ayrımına varıyorsun.
Yazar, ''Zaten çok da toplumsal, sınıfsal farklar yoktu semt sakinleri arasında ama olsa da bunu kimse önemsemez, dile bile getirmezdi'' diyor. ''Ä°nsanlar doÄŸdukları mahallelerde oturur, oralarda yaÅŸamlarını idame ettirir ve hayatlarını da yine doÄŸdukları semtlerde tamamlarlardı'' diye de devam eder günümüzün ÅŸehirler ve semtler arası hareketliliÄŸine atıfta bulunarak.
O günlerin insanları yazarın da anlattığı gibi, eÄŸer bir zorunluluk yoksa baÅŸka ÅŸehirlere göçmezler, ancak ola ki göçseler bile yine de yaÅŸlılıklarında doÄŸdukları yerlere dönüp, vefatlarında da aile mezarlıklarına defnedilirlerdi.
O zamanlar mahallelerin büyükleri, ÅŸimdilerde olduÄŸu gibi ya sabahın köründe iÅŸe gidip akÅŸam da kimselere görünmeden evlerine giren ya da bütün gün kahve köÅŸelerinde pinekleyen insanlar olmadıklarından, onlardan mahallenin çocuklarının öÄŸrenecekleri çok ÅŸeyler vardır.
ÖrneÄŸin, Atatürk'ün özel fotoÄŸrafçısı Esat Nedim Tengizman da yazarın Harem Ä°skele Sokağı'ndaki evlerinin hemen karşısında yaÅŸar. Esat amcaları bilgili, görgülü, cömert, hayvansever, hoÅŸsohbet, gözü ve gönlü tok bir insandır. Esat amcalarından paranın satın alamayacağı ÅŸeyleri öÄŸrenirler o günün mahallesinde yaÅŸayan çocuklar, '' Parayla ev alınır ama mutlu bir yuva alınamaz. Parayla kan alınır ama hayat alınamaz...''
Kuklacı Ä°hsan, televizyon olmayan zamanların sünnet düÄŸünlerinin vazgeçilmez kukla ve Karagöz oynatıcısıdır, hatta birara içlerinde Nadir Utkan'ın da olduÄŸu mahallenin hevesli gençleri ile Halkevi'nde ''Erkek Güzeli'' adlı bir oyunu da birlikte sahnelerler.
Mahalleli lakapları ile tanınır o yıllarda, öyle düz isim sıkıcılığı yoktur. Deli-küpeli Hamdi, Mükerrer Kazım, Çaça Kamil, Köfte Ahmet, Zallı Necdet, Titiz Tahir, Kocakafa Ä°smail...
Saatli Maarif Takvimi sayfalarında günün altında o güne ait hava durumu olurdu eskiden, yani 'yaÄŸmurlu ya da parçalı bulutlu sıcaklık 23 derece' ÅŸeklinde deÄŸil de, 'kocakarı soÄŸukları, birinci cemre, sitte-i sevr -öküz soÄŸukları-' gibi yılın o dönemlerinde olması beklenen hava olayları yazılırdı.
Ä°ÅŸte A. Nadir Utkan, sanki her takvim dönemine ait ayrı ayrı Üsküdar tabloları da çizmiÅŸtir kitabında. Eylül'de Üsküdar nasıl olur, yapraklar dökülürken semt nasıl bir renk alır, rüzgar hangi ÅŸiddette ve nereden nereye eser, sahilden hangi çiçeklerin kokusu yalıları kendine aşık eder, bahçeler ne zaman hangi çiçeklerle ne tür renklere bürünür?...
Eh ÅŸimdi kitapta yazılmış bütün hikayeleri tek tek burada ele alırsak o zaman kitaba ve yazarına karşı bir haksızlık yapmış olmaz mıyız? En iyisi siz eski pikabınıza ya da geçenlerde Üsküdar Bit Pazarı'ndan aldığınız elden düÅŸme gramofona ÅŸöyle Üsküdar Musiki Cemiyeti Korosu'nun güzel bir plağını koyun da kitapta yer alan son öykü ile iÅŸi tadında bırakıp heveslisi okurları 'Elveda Üsküdar'ı aramak için gidecekleri sahaflardan daha fazla alıkoymayalım.
Evimizin önündeki Hamam Sokak'ta, viraneliÄŸin bitiÅŸiÄŸinde, ön bahçesine büyük bir demir kapıyla girilen köÅŸkün ana kapısına doÄŸru yol boyunca renkli çakıl taşı döÅŸeli, bir dönüme yakın bahçesinde dört kuyusu olan koca bir berhane (büyük harap ev) kuruluydu.
Arka bahçe kiraz, incir, erik, nar, armut, kızılcık, zerdali, dut aÄŸaçlarının yanısıra çeÅŸitli renkte gül aÄŸaçları ve akÅŸamsafalarıyla doluydu. AhÅŸabı siyaha dönmüÅŸ kadim bir evdi. KöÅŸkün sahibi de kedisi ile yaÅŸayan yaÅŸlı bir kadıncağızdı. Bu bahçede yetiÅŸen meyveler olgun, sulu ve leziz olur, her zaman iÅŸtihamı kabartır, aÄŸzımın suyu akardı. Erik ve dut olgunlaÅŸtığı zamanlar izinsiz bahçeye girer, her defasında da yaÅŸlı kadına yakalanırdım. YaÅŸlı kadının o buruÅŸ buruÅŸ yüzü, beni her görüÅŸünde sevimli gülücüklerle gerilir, ÅŸiÅŸman kedisi de o anlarda sırnaşık sırnaşık bacaklarıma sürünürdü. Bense yaptığımdan utanırdım ve yüzüm de kızarırdı.
YaÅŸlı kadın beni misafir olarak kabul edercesine elindeki sarı yaldız kapaklı kristal ÅŸekerlikten gönül çeken, yürek hoplatan meyveli ÅŸekerlerden, fıstıklı çikolatalardan, bal bademlerden ikram eder, daha sonra da bir torba dolusu meyveyi elime tutuÅŸturuverirdi. Bu inceliÄŸi ve zarif davranışı karşısında utanırdım ama ne yapayım ki maalesef yine her defasında bahçeye girip, can eriklerinden yemeÄŸe de devam ederdim.
Bir kış günü kimsesiz, asil yürekli yaÅŸlı kadın öldü. Muhtar ve mahalle halkı cenazesini kaldırdılar. Kısa bir süre sonra bir gün hiç kimsenin tanımadığı, hiç görmediÄŸi varisleri çıkageldiler; yükte hafif pahada ağır nesi varsa topladılar ve köÅŸkünü de satışa çıkardılar.
Bana en çok dokunan, yüreÄŸimi burkan, kapının önüne atılan o kadının can yoldaşı ÅŸiÅŸman kedisi oldmuÅŸtu. O karlı kış gününde köÅŸkteki mutlu yaÅŸantısını ve evin sıcak günlerini hatırlayarak önünden geçenlere umutla bakıp hüzünle göz süzüÅŸü içimde derin bir üzüntü yarattı. Kediye kimse sahip çıkmadı ve o günden sonra da kediyi bir daha hiç görmedik...
Üsküdarla vedalaÅŸmadan mutlaka okunması gereken bir Üsküdar kitabı 'ELVEDA ÜSKÜDAR'.
Kaan Akoba
http://blog.milliyet.com.tr/kaanakoba
YORUMLAR